2 Mayıs 2011 Pazartesi

Peki nasıl anladım?

Lay lay lom. Bla bla bla... Formatında vakit öldürürken ben ve ordan oraya dağılırken bir yanım hayatımda biri olsa fena olmaz hani diye fısıldarken baskın ben sustururdu onu
-Dert mi lazım sana kızım! Meşke gönül verme üzülürsün...

Yeniydim daha, çok bir şeyden anladığım yoktu. Memleketin bağrından kopup "okumaya" gelmiştik başka bir şehre. Onu tanıdım. Yoktan var olmuştu hayatımda. Büyüktü benden ama öyle lafı edilecek bir yaş farkı değildi. Bilgiliydi ama. Görmüş geçirmişten çok ukala. Kendini öğretmen ilan edip beni de öğrencisi kıldı ve biz 2 seneyi devirdik bir anda. Paket programdaymışım gibi sürekli birileriyle tanışıyor, farklı mekanlara gidiyor, kendimden uzaklaşıyor onu yörüngem kılıyordum.

Hayranlıkla birini sevme arasındaki o ince çizgi. O zamanlar nerde yürüdüğümü bilmiyordum. Keyfim yerindeydi eğleniyordum. Farkında olmadan alışıyor insan. Bir de onu bir kılıp diğerlerine gedik buluyor. Alışma sorunumu da farketmeden yenmiş oldum böylece. Onun sayesinde.

Ben büyüyordum fakat o bunun farkında değildi.  Zamanla onun gözünde hep küçük kalacağımı fark ettim ve bu beni rahatsız etti. Sebebini bilmiyordum ama büyüdüğümü görmeliydi. Bilmeliydi. En önemlisi bana söylemeliydi. Alanen hiçbir zaman bunu dile getirmedim fakat farkındalık yaratma adına bana önerdiği her işin altına girdim. Onun istediği şeyleri yapmaya çalışıyordum sürekli ve hiçbiri harcım değildi. Azimliydim ve şanslıydım. Gücümün bittiği yerde çirkefliğim devralıyordu bayrağı ve ben istenen yere gelmiştim. Fakat ben büyüdükçe o da büyüyordu ve aramızdaki açık hiç kapanmıyordu.

Zamanla ona alışmaktan öte ona bağlandığımı anladım. Sesli söylemenin gereği yoktu. İçim biliyor ve gereğini yapmaktan uzak duruyordu nasılsa. Onu benle görenler sorgulamaya gidiyordu sürekli.

Niye sürekli beraberdik?
Onu seviyor muydum?
Neden benimle bu kadar ilgileniyordu?

Beni korumayı kollamayı sevdi her daim. Hani şu bu kadar yeter deyip elinden bardağı alan, yemeğe gidildiğinde elini cebine attırmayan, bir işin düştüğünde hemen halleden, keyfin nasıl derken bunu laf olsun diye söylemeyen tiplerden...

Zamanla anlam aramaya başlıyor her insan. Her Türk kızı gibi. O noktada hayranlık çizgisini geride bırakıp sevmek ve aşık olmak ikileminde buluyor kendini. İki taraf da çetrefilli. Ben zaten sevmek kısmında çok vakit geçirmiştim. Gözümü aşk yazan bölmeden alamadım sanırım.

Varlığını ilelebet istediğim bir insandı çünkü. Olmaması demek bende güneşin batıdan doğup aya kafa tutması gibiydi. Kısacası işlerin ters gitmesiydi.

İşler ters gitsin istemedim ben. İşler birlikte yürüsün istedim. Sonra bir baktım çok sevmişim ben. İlk defa sesli söylediğimde birine sesim dahi inanmıyordu bana. Zamanla alıştı o da. Şimdi sesimle sevgimize alışık ama inançsız yaşıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder